İNZİVA VE SUSKUNLAR MECLİSİ...



İnsanlar bedenlerinde olduğu gibi duyu ve duygularında da farklı, farklı yaratıldıklarından zaman ve zemin içinde değişik duygular içindedirler. Biliyoruz ki Peygamberimiz Aleyhisselâm “insanlar madenler gibidir” buyurmuşlardır. Kimisi sert, kimisi yumuşak, bazısı soğuk, bazısı sıcaktır. Bazen hareketli, bazen durgun oluruz. Bunlarında hepsi Allah’tan gelen hallerdendir. İnsanın kendi içinde her şeye ve herkese kapalı belli yönlerden ve yanlardan yolculukları vardır. Bunların da müspet olanı ve olmayanları olduğu gibi, müspet olan bir yalnızlığın dahi kime uygun, kime uygun olmadığını bilmek lazımdır. Ancak bütün bunlar insanlık hallerindendir ama insan için kendi başına yaşamak makbul olan bir yaşantı değil belki özelde ve istisna olan yaşantılardandır.

Burada tabi ki insanın düşünme ve tefekkür boyutundan bahsetmiyorum. Büyüklerimizin inziva hayatına özenen kardeşlerimiz için tehlikelerin büyüklüğünden bahsetmek istiyorum. Yüce Kitâbımız Kur'ân müttaki olanlar ve mütefekkir olanlardan bahseder. Müttakilere ilmi Allah öğretip yetiştirirken, mütefekkir kendisinde bulunan kabiliyetlerin gücüne göre ilim elde eder. Bu yönüyle müttakilerin ilimlerinde hata olmazken mütefekkirler bazen isabet eder, bazen hata eder. İsâbet etmiş olsalar dahi şüpheye düşmeleri mümkündür. Müttakî basîret sahibidir. Mütefekkir ise basar (görme) ile basîret arasındadır. Safî basîrete ulaşamaz. Bir müddet inziva hayatı yaşamak isteyen bir müslümanın, yalnızlıkta şeytanın kendisine verebileceği vesveselerin üstesinden gelebilecek bilgiye sahip olması gerekmektedir. Ancak ilim ve bilgi insanların düzelmesi için yeterli değildir. Nefs-i Emmârenin öyle kötü hisleri vardır ki insanları bildiklerinin tersine açık, açık fenâlıklara sürükler, onun için insanoğlunun ahlâkının düzeltilmesi konusunda ilimden başka hislerin süslenmesi, geliştirilmesi için pratik terbiyeler lazımdır. İşte bu noktada dînî terbiyenin bu özellikleri çok önemlidir. Genelde insanoğlunun imtihan ve onun sosyal bir varlık olması açısından birlik, beraberlik ve toplu yaşantı yaratılışına çok daha uygundur. Bu yönüyle Dinimizin en önemli bakışı güzel ahlaktır. Peygamberimiz (S.A.V) Efendimiz ’’Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim’’ buyurmuşlardır ki asıl imtihan da bundadır. Zira güzel ahlak da toplum içersinde muteberdir.
Bu Dünya’da her yaratılan zıddıyla yaratılmış ve insanoğlunun da kemâli için bunlardan yer, zaman ve şartlar dâhilinde, ölçülü şekilde faydalanması, bilmesi görmesi ve alması gerekmektedir.. Bazen insanlar fert ve cemaat olarak dîni ibâdet ve yaşantılarının yanında çok değişik birliktelikler oluşturmuşlardır. Belirli özellikleri ile isim yapanlar, aynı özellikleri taşıyanlarla beraber olmuşlar ilginç oluşumlar kurmuşlardır. İslam büyüklerimizin her türlü halleri hikmetlerle doludur. Onların inzivası da konuşur, susması da konuşur. Bizim konuşmamız bile belki işleri karıştırır. Bilimli olmak önemlidir ancak bundan da önemli olan maksattır. Çünkü maksat ilimden önde gelir. Bu mânadaYüce Rabbimizin bizler için rehber olarak indirdiği Kur’ân’ı Azîmüşşan ve O’nun Elçisi Muhammed Aleyhiselâmın Sünneti doğrultusunda bilgilenen kişinin konuşması da susması da inzivası da bizler için ibrettir, derstir, hayattır.
Hazreti Ömer Efendimiz (R.Anh) bazı günlerde susmak üzere niyet eder, bazı günlerde de konuşmak üzere niyet ederlermiş.
İmam Gazali Hazretleri Bağdat Nizâm ül Mülk Üniversitesinde Kürsü sahibi iken bir vaaz sırasında kardeşinin kapıdan doğru “ Sen bu anlattıklarını ne zaman yaşayacaksın?” diye sormasından sonra Bağdat’tan halkın kendisini bırakmamasına karşın hacca gidiyorum diyerek ayrılıp Mısır’da bir caminin minaresinde on bir sene inzivaya çekildiği kayıtlıdır. Bunlar tefekkürle beraber elbette çok yönlü açılım ve hikmetleri olan yaşantılardır.

Genel manada Müslümanların birlik ve beraberliklerinde zaman içinde özel meşreb ve mesleklere göre guruplar oluşturdukları da mâlumdur. Belirli yönleriyle güzellik sahibi olan ve hatta veliyullahtan olduğu söylenen kırklar, yediler gibi gurupların yanında bahsettiğimiz türde ve şahsi bir inziva olmamakla beraber bir açıdan ve bir mânada sanki toplu olarak suskunluk siperine çekilmiş, belki bir nevî uzlet hayatı yaşayan “suskunlar meclisinin” hikmetler dolu bir hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bir zamanlar İran'da bilginler ve şairler, 'Suskunlar Meclisi' adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı. Üye sayısı otuz kişiydi ve bunu arttırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek, az yazmak ve çok az konuşmaktı. O zamanlar meşhur şair ve din bilgini Molla Câmî, bu meclisin aşkındaydı.
Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi. Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kağıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi.
Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler. Molla Camî oraya layık bir bilgindi, ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı. Yeni bir üye için yer yoktu. Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Camî'ye gönderdi. Zeki bilgin durumu kavramıştı. Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da hemen oracıktaki bir gül dalından küçük bir yaprak koparıp, nazikçe suyun üstüne koyuverdi. Bardak taşmamıştı. Bunu içeri gönderdi.
Meclistekiler bu kibar cevabın mânasını anlamışlardı: Zarif insanların yeri başkaydı. Üyeler, bu değerli bilgini de aralarına almaya karar verdiler. Başkan listeye Molla Camî'nin adını ekledi. Otuz sayısının sonuna bir sıfır koyarak, 300 yazdı. Bununla Molla Camî sayesinde, meclisin değerinin on misli arttığını belirtiyordu. Listenin son şekli Molla Camî'ye gelince, meseleyi anladı. Ancak sayının büyük gösterilmesinden hoşlanmadı. Sağdaki bir sıfırı silerek, otuz sayısının soluna koydu. Yani 030 yazdı. Alçak gönüllü Molla Camî, böylece kendisini solda sıfır sayıyor, bardağı taşırmadığı gibi, o meclisin yapısını da etkilemeyeceğini söylemek istiyordu.

Diğer üyeler bunu görünce, saygı ve hayranlıkları bir kat daha artmış olarak suskunlar meclisinin yeni üyesini selâmladılar.



Önceki dinlerde susma orucu da olduğunu düşününce ne kadar zor bir ibadet olduğunu ve bizi bundan muaf tutan Rabbımıza Hamd ederek, ancak her şeyden usulünce alınması gerekenleri de almayı Yüceler Yücesi Rabbımızın Lütuf ve Keremlerinden isteyerek, yaşamın her yön ve her anının kıymetini bilebilmeği ve hakkınca değerlendirebilmeği nasîp ve müyesser eylesin. (Âmin)
Hoşlandığımız şeylerde genelde nefsin payının çok olduğunu hatırlayarakYüce Rabbimiz’den bizlere de mâna büyüklerimizin her türlü hallerinden hikmetler nasîp eylemesi ve Cümle Ümmeti Muhammed’i her türlü hayrından zengin kılması duâ ve niyazlarımla.

Popüler Yayınlar