YANLIZLIK...

Bir hayalin peşinde mahvoluyordum. Ne sonsuz keder kuyuları gözümdeydi ne de ayrılığın iğneli fıçıları. Bir aşkı en iyi temsil eden siyah bir laleydi ve ben, boynum bükülmüş de olsa o lalenin bir izdüşümüydüm. Yazık ki; bir lale kadar mevsimliktim. Mevsimlik ömrüme sonsuz bir aşkı nasıl sığdırabilmiştim aklım almıyordu. Aklımın almadığı şeyleri yardan değil kendimden biliyordum. Her aşık gibi kusuru kendime konduruyordum değeri yare. Kendimi bir değersizlik çukuruna zorla sürüklediğimi çok sonra anlayacaktım. Aşıktım ve aşıkların gözünde her şey yardan değersizdi, en çok ta kendileri. Soluğumu aşk diye alıp aşk diye veriyordum. Gözlerimi her açışım bir bakışı yakalamak içindi; ama yine de bilirdim ki; yarin hayali gözler kapalıyken kurulurdu. Gün gelip hayallerimin altında ezileceğimden o zamanlar habersizdim.

Yılmıştım. Kendime vermediğim değerlerin hesabını da kendime soruyordum. Alamadığım her cevap zihnimin orta yerinde bir başka sorunun peyda olmasına neden oluyordu ve benim mahkumiyetim yine cevapsızlıklaraydı. Cevapsız kalışımın yarsız kalışım demek olmadığını anlamıştım da insan zihnine ağır gelecek bazı sorulardan kurtulmam gerektiğinin farkına varamamıştım. Ruhum, yalnızlığın en derin ve en yalın haline meftundu artık. İçime öyle bir bilgi düşmüştü ki; yarin kendisi bile beni bu yalnızlık komasından çıkaramaz gibi geliyordu. Meğerse umursanmadığım ve aşkı kendimden çok umursadığım her an beni yalnızlığa daha da bağlamış. Hesapsızlığımın bedelini ödemeye başladığımdan bu yana, hayattan değil kendimden kaybediyordum ve ben, aslında kendini kaybetmenin destanıydım. Aşk diye çaldığım her kapının hüsran ile yüzüme kapandığını farkına varmamın zamanı çoktan gelmişti.

Anlar geçmiyordu; ben, andan ana sekiyordum. Zamanın gerçekliği ile benim hakikatimdeki anların birbirine olan bağları yarin gözleri ile sınırlanmıştı. İlk gördüğümde anlamıştım. İlk kez bir bakış ruhumu sarsmıştı ve ben artık o bakışların tutsağıydım. Tutsaklığımın sonsuz yok oluş demek olacağının henüz farkında değildim. Çizilen kaderimin hem başıydım hem sonu ve kendim için sonsuz sayıdaki sondan en imkansızını seçmiştim. Seçimlerimin kurbanı, sonlarımın sebebiydim. Bir kalbi bir yarin ellerine emanet etmenin ne demek olabileceğini şimdi anlıyordum; ama yine de aşıkların vazgeçmekten bile vazgeçtiklerini biliyordum. İstemenin sınırı olmayınca fedanın da sınırı olmuyordu ve ben, kalbimi acıların sınırsızlığında parçalayıveriyordum. Biliyordum ki; vazgeçmek ömrün anlamını yitirmek demekti. Oysa tüm acılar yalnızca boynumu bükebilmişti. Bir boyun bükülmesinin bin dünya yıkılmasıyla eşit olacağını bilmiyordum.

Saklanacak yerim kalmayıp yalnızlık çölünün ortasına düştüğümde; ummamanın, umduğunu bulamamaktan daha evla olacağını anlamıştım. Belliydi ki; insan, bir şey beklemediğinde hayal kırıklığı ile de karşılaşmıyordu. Ama bana; hangi aşık, maşuktan bir şey beklemediğini söyleyebilirdi ki? Artık anlamıştım; aşk, hiçbir şey beklememek gerektiğini bile bile her şeyi beklemekti ve aşıkların diğer adı da bekleyendi. Bekleyişlerimin yalnızca kederleri doğuracağını da çok sonra anlayacaktım. Yarim, kainatın içine harelerini bırakıyordu ve ben, o harelerin peşinden dolanıyordum. Her an bir başka hülyada paralanıyor, her bir parçamı yokluğa esir düşürüyordum. Esaretin yalnızlığıma ve yalnızlığımın sonu gelmez kederlere çıkışı böyle olmuştu. Önüme koyduğum her hedef sonumu getiriyordu. Sonum olarak gördüğüm her acı başlangıcım oluyordu.

Popüler Yayınlar