İki genç kızın hikayesi...

Gülün taç yapraklarına yaldız kullanarak kenar çizgisi yapıyordu Ayşe. İnsanın ancak bu yaşta kullanabileceği incelikte bir fırçayla hem de. Arkadaşı gibi o da üniversiteyi sosyoloji bölümü üçüncü sınıftan bırakmak zorunda kalmıştı. Olanları unutmak ve biraz da zihnini oyalamak için tezhip gibi daha önce hiç ilgi duymadığı bir sanata başlamış hayli de sevmişti.

Ankara’daki İnanca Özgürlük İçin Beyaz Yürüyüş mitingine gidecek misin diye sordu Zeynep.

Hayır dedi Ayşe, biz konuştuk arkadaşlarla, artık bu konuyu konuşmaya dayanamıyoruz. Bir yurttaş olarak ülke meselelerine, gündemdeki sanat olaylarına, hayata, bölgede olup bitenlere dair konuşmak istiyorum ben. Kesintisiz aynı şeye odaklanmak bizi eskisi gibi diriltmiyor, hepten solduruyor sanki.

Annem gibisin dedi Zeynep. O da hep "akmana bak sen, bu konuya fikse olma" diyor, Macaristan’daki okulumu terkettiğimden beri. Ben de kendimi tek başıma, kurumsal kayıtlardan uzakta geliştirmeye karar verdim. Ama kitapların çoğu üniversite kütüphanelerinde ve bize kapalı. Halk kütüphaneleri desen çok az sayıdalar ve aradığımı bulamıyorum. Üniversite eğitimi için dünyanın dört bir yanına dağılan kızlardan aldığım "mail"ler gurbetin de pek kolay olmadığını gösteriyor. Yani korkak davranıp geri dönmekte pek haksız sayılmam. Yeni bir umut da yok ufukta. Leyla Şahin hakkındaki olumsuz AİHM kararının burada sevinçle karşılanması Avrupa’da alay konusu olmuş. Türkiye’de ayırımcılıkla kaydı silinen Leyla tıp fakültesini Avrupa’da tamamlayıp doktor oldu. Zımnen diyorlar ki, bize yakışan bu, size yakışan da o.

Önemli bir sosyoloji şenliği var bu hafta sonu İstanbul’da dedi Ayşe, 12-14 Mayıs arası. Uluslararası Fransızca Konuşan Sosyologlar Derneği ve Galatasaray Üniversitesi’nin işbirliğiyle düzenleniyor. Kimlik oluşturma kaynağı olarak İslam, Türkiye’de İslamcı kimlik tanımları, laiklik deneyimleri ve sapmaları başta olmak üzere ulus devlet, göç sorunları, kent politikaları, bilişim çağı gibi konularda önemli oturumlar var. Birlikte katılalım, kopmamış oluruz sosyolojiden.

Toplantıların yapılacağı bina kime ait baktın mı? Başörtülü katılımcılara geçit var mı bakalım dedi Zeynep. Doğru dedi Ayşe, var mı bakalım müsaade. Unutmuşum yine bu durumu.

Türkiye’nin özel mi özel, dünyada eşi benzeri olmayan derdini. Bunu sıklıkla unutuyordu. Zihninde bunu hep unutmak isteyen bir işleyiş vardı. Katılmak istedikleri her şey için önceden bir yolunu bulup öğrenmeleri lazımdı neyle karşılaşılacağını. Amansız ayrımcılığın onları nerede ne zaman nasıl yakalayacağı hiç belli değildi. Dünyada sadece bu ülkede kurumların, büyük adamların, koskoca hocaların sürek avı gibi kimi genç kızları izlemeleri, bilgilerini öğrencileriyle paylaşma gibi saygın bir işin dışında bir de polislik işini üstlenmek zorunda bırakılmaları söz konusuydu.

Sordum dedi Zeynep, soruşturdum. En yetkili ağızlardan öğrendim: Asla başörtülü bir kimse alınmayacak. Hatta derin bir soruşturma yapılıyormuş, yurt dışından konuşmacı olarak gelen konuklar arasında böyle sorun olacak biri var mı diye. Biliyorsun, geçen yıl İstanbul Üniversitesi Umman’dan bir eğitim felsefesi doktorunu davet etmişti sempozyum için. Cümle kapısındaki görevli içeri almamıştı. Yetkili kişilerden birinin kapıya kadar zahmet edip durumu izah etmesine bile gerek duyulmadan, güvenlik görevlilerinin tebliğiyle öğrenivermişti kadıncağız kutsal kapıdan içeri "böyle" adım atamayacağını. Nasıl bir ülkeye adım atmış olduğunu da. Yetkililer özür niyetine, "biz sizin bir kadın hele de başörtülü bir kadın olduğunuzu bilmiyorduk ki ama çağırırken" demişlerdi. Dünyada bir ilkti bu. Yasağın taçlandırılması anıydı. Dehşetengiz bir anıyla hemen ülkesine dönmüştü bu değerli misafir.

Bu sefer konukların elenmesinde de daha titiz davranılıyor anlaşılan.

Neyse biz de gitmeyiz o zaman dedi Ayşe. Üzerine tebliğler sundukları, projeler ürettikleri insanları görmeye dinlemeye tahammülü olmayan sosyologlar kendi aralarında paylaşsınlar soyut bilgilerini. "Elitist üsttenci dayatmacı"suçlamalarını göze alsın o zaman, bu durumu pekala bilerek, kibirli üniversite gettolarımızla çalışan Fransızlar da diğerleri de. Kendi aralarında konuşup dursunlar. Madem bu kadarına bir bildiriyle olsun karşı çıkamıyor aydınlanmış zihinleri.

Geçenlerde bir arkadaşımı Mercan Dede’nin konserine almadılar dedi Zeynep. Mekanın sahibi olan adam "benim salonum kimi istersem onu alırım"düşüncesinde. Ya Afet Ilgaz gibi olgunluk çağında bir edebiyatçının, bize Rifat Ilgaz’ın da emaneti olan bir insanın, sanat erbabı adamların sessiz bakışları altında, özel davetli olduğu bir Klasik Türk Müziği konserinin kapısından çevrilişi. Konser sivil bir cemiyet tarafından düzenleniyormuş ama ne bahtsızlık ki bina ‘İstanbul Üniversitesi’nin mülküymüş.

İki kız konuştukça yine susturulmuş, sözleri yalanın sofistike şiddetiyle kesilmiş hissettiler kendilerini.

Ankara’daki barış ve adalet için yürüyüşe...

Bana barıştan ve adaletten sözetme dedi Ayşe. Bunu duymaya dayanamıyordu. Kendini kelimelerden uzakta sadece renklere boyalara fırçalara vermek istiyordu artık.

Ülkenin insanları, çoğunluğu ve azınlığı türlü gerekçelerle sadece birkaç on yıl içinde nasıl da ötekileştirildi dedi Zeynep, "bir illüzyonistin el çabukluğu içinde".

Kimler ötekileştirilmedi ki. Kurdukları merkez çok dar olduğundan kimseyi kapsamıyor, herkesin bedeninin bir kısmı dışarıda kalıyor. Husumetlerden ayrılıklardan beslenenlerin memnuniyetine diyecek yok tabii.

Ayşe gülleri dikkatle boyadı. Yüzlerce minicik gül. Uzaktan tek büyük bir gül gibi görünüyordu. Her birisi için tek tek uğraşmak gerekmişti.

Söz bitti dedi dumanlı başını kaldırıp. Artık hiçbir kelimenin ağırlığı yok. Kuyu gibi bilincaltına iniyor sızı. İyi de bir araya gelince aksi yöndeki bütün çabalarımıza rağmen kendimizi yine ve yine bu konuda konuşurken yakalıyoruz. Nedir bu ağrı eşiğimizi iyice aşan durum.

Bu akşam yola çıkıp gideceğim Ankara’ya ben dedi Zeynep.

Hani gündelik politikadan uzaklaşıp sanatla uğraşacaktık, dinlendirecektik ruhumuzu bir vakte kadar dedi Ayşe.

Yaşamın kendisi politikse bunu ne kadar bastırabiliriz dedi Zeynep. Bir sesimiz olduğunu göstermeden, şu ya da bu nedenle bir yerlerde biriken gözyaşlarına saygı duruşunda olsun bulunmadan nasıl avutabiliriz, nasıl aklayabiliriz ki kendimizi.

Popüler Yayınlar