DIN NEDIR ?

İslami tarife göre din: akıl sahibi, şuurlu insanları kendi irade ve istekleriyle sırf hayra ve iyiliğe sevk eden ilahi bir kanundur. İnsanlara peygamberler aracılığı ile tebliğ buyurulan, ulaştırılan bu kanun;
1-Yaratılışımızın gayesini öğretir.
2-Nerden geldiğimizi,nereye gideceğimizi öğretir.
3-Yaradanımıza karşı vazifelerimizi öğretir.
4-Yaratılmışlara karşı vazifelerimizi öğretir.
5-Hangi işlerin hayırlı, iyi, faziletli, hangi işlerin kötü, zararlı olduğunu öğretir.    
Kısaca insanlara hidayet ve saadet yollarını gösterir. ”Allah’a iman ve ibadet, insanlara iyi muameleden ibaret” sözü dinin tarifinin özü sayılabilir. Din doğrudan doğruya Allah tarafından kurulmuş olmasıdır. Allah’tan başka hiçbir kimse peygamberler dahi din icat edemez, kuramaz. Din yalnız Allah(c.c.) tarafından kurulmuş, insan fıtratına uygun bulunmuş olduğu içindir ki, her çağda, insanların bütün manevi ve ahlaki ihtiyaçlarını karşılamıştır.  İnsan fıtraten yaratılıştan dindardır. Din duygusuyla yaratılmıştır. Bu durum söyle buyurulur “yüzünü, muvahhid ve pak olarak dine doğrult. Allah’ın yaratmış olduğu dinini tut ki, Allah bütün insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yarattığı şeyde değişiklik olmaz. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” Peygamber efendimiz(SAV) her doğan çocuğun İslam  fıtratında, islamiyeti kabule elverişli olarak doğduğunu bildirmiştir. Din duygusu insanlarda sonradan oluşmuş bir duygu değildir. İnsan kalbinin, insan şuurunun derinliklerinde mevcut ve insanın yaratılışıyla aynı yaştadır.
“Hani, Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp kendilerine şahit tutmuştu da (ben sizin Rabbiniz değilmiyim) demişti. Onlarda evet Rabbimizsin, şahit olduk demişlerdi. Buda kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu, gaflette idik veya sana bundan önce baba ve atalarımız şirk koşmuşlardı. Bizler ise onlardan sonra gelen zürriyetleriz. Batıl iş tutanların işledikleri ile bizi helak mı edeceksin dememeleri içindir.” Görülüyor ki, Ademoğulları daha ruh aleminde iken Rabbini, kendini yaratanı, yaşatanı, olgunluğa eriştiren yüce varlığı tanımış ve ikrar etmiştir. İnsan bu duygu ile doğar, bu duygu ile yaşar ve bu duygu ile ölür. İnsan teneffüs ettiği havaya ne kadar  muhtaç ise, dine Allah’a(c.c.) inanmaya da, en azından o kadar muhtaçtır. Havasız  yaşamayı göze almak ne ise, dinden uzaklaşmakta odur. ”Allah’a inanmak, soluk almak gibi devamlı olmalıdır”.
”İnsan ne kadar geçmişlere dönse, eski tarihleri yoklasa Allah’a inanmanın başlangıcını bulmaya kadir olamaz”. İnsanın din duygusundan uzak yaşadığı hiçbir çağ geçmemiştir. Bu hususta insanların medenileri ile vahşileri arasında fark yoktur. “Dünyayı gezip dolaşınız. Edebiyatsız, kanunsuz, servetsiz şehirler bulabilirsiniz. Fakat mabetsiz, mabutsuz, duasız, kurbansız tek bir şehir bulamazsınız ve bir vakitte görülmemiştir.” Ferahlık, bolluk ve gaflet zamanlarında Allah’ı unutmuş gibi görünen insanların bile başları dara gelince veya başlarına bir sıkıntı, bela, musibet geldiğinde benliklerinin ta derinliklerinden kopup gelen bir ihlas ile “aman yarabbi” diyerek yüce yaradana yöneldikleri görülür. “insana bir sıkıntı dokundu mu, yanının üzerine yatarken veya otururken veya ayakta dururken bize dua eder, yalvarır, o sıkıntının kaldırılmasını diler. Kendisinin sıkıntısını kaldırdık mı sanki başına gelen sıkıntının kaldırılması için, bize hiç dua etmemiş gibi geçer gider. Bunun gibi haddi aşanlara, işledikleri hoş görünür. Sizi karada, denizde seyir ve hareket ettiren O’dur. Allah’tır. Siz nihayet bir gemide bulunursunuz. Onlar latif bir hava ile yolcuları götürür, yolcularda ferahlanırlar. Derken bir fırtına kopar, onlara her taraflarından dalgalar hücum eder. Dalgaların ortasında helak olacaklarını anlayınca canı gönülden dindar kesilerek Allah’a yalvarırlar. ”Bizi bundan kurtarırsan, biz muhakkak sana karşı şükran borçlarını, kulluk vazifelerini yerine getirenlerden olacağız.” derler. Fakat Allah onları kurtarınca onlar hemen yeryüzünde haksızlıklara, yolsuzluklara başlarlar. Ey insanlar, sizin yolsuzluklarınız ancak kendinizedir. Dünyada geçinir, bir müddet yaşarsınız. Er geç dönüşünüz bizedir. Bizde işleyip durduğunuz şeyleri size bildiririz.” buyuruyor. İnsan darlıktada, bolluktada, gençliktede, ihtiyarlıktada, yalnızkende, toplu halde de Allah’ı anmalı, şükretmeli ve her zaman, her yerde Allah’tan korkmalı, yaşadıklarından kaçınmalı. Kendisinin ancak Allah’a ibadet için yaratıldığını bilmelidir. Bütün yaptıklarını iyi, kötü, hayır ve şer her şeyi Allah’ın bildiğini, gördüğünü unutmamalıdır. Bir cemiyette dinin boşluğu hiçbir şeyle doldurulamaz. İhlasla, samimi olarak Allah’a inanan hiçbir kötülük yapamaz. Sahtekarlık, hırsızlık, yolsuzluk ve fuhsiyet yapamaz. Konumuzu tarihi bir olayla bitirelim; Ashabı Kiramdan Abdullah b.Mesud(ra) bazı arkadaşlarıyla birlikte yolculuk yaparken bir çobana rastlar. Çobanın dini durumunu öğrenmek için, bize bir koyun satsan olmaz mı der. Çoban olmaz der. Abdullah B.Mesut niçin diye sorar. Çoban koyunlar benim değil der. Abdullah B.Mesut iyi ya bize satarsın, sahibine de kayboldu dersin, olmaz mı der. Çoban “Allah nerede uzakta mı ya “der. Çobanın bu tutum ve davranışından, ne kadar dindar olduğunu anlar ve ona bir sürü ikramda bulunur ve onu çobanlıktan kurtarır. Sonra onu gördüğü zaman  “ey çoban Allah nerede uzakta mı ya diyerek takılırmış. Yüce Allah cümlemizi samimi olarak Allah’ı bilen, tanıyan  ve ona samimi kul olan ve kulluk edenlerden eylesin......AMIN !!                                  

Popüler Yayınlar