ZİNCİR...
Kalbimin susması, hayallerimin de bir karanlığın ortasında kaybolup gitmesine sebep olmuştu. Anlıyordum ki; her aydınlığın içimde boğulmasını sağlayan şey hicrandan başkası değildi. Ruhumun bile başlı başına bir hicrana dönüşmesi böyle olmuştu da ben, bahtı hep hicrana yuvarlanan ve kendi kederinin zincirlerini bir türlü kıramayandım. Aşka zincirlenişimin kederimin zincirlerini daha bir sıkılaştıracağından o zamanlar habersizdim. Sahip olabildiğime inandığım tek şey; içinde yuvarlanıp durduğum yokluğum olmuştu. İnsan, en kıymetlilerini kaybedince başka hiçbir şeye o kadar değer veremiyordu. Kalbimin, değer verebilmeyi kaybetmesi de böyle olmuştu. Her şeyimi yokluğun içine saklıyordum ve yokluk her birini tek tek kaybediyordu. Yoklukta kaybolan ruhum ve yoklukta heder olan kalp hayatım yâre giden yollarımın da kaybolmasını sağlıyordu.
Hakikat yolculuğunu tamamına erdirememiş bir divaneydim artık. Fark etmiştim ki; yâre giden yol, yar ile birlikte yürünürse tamamına erdirilebiliyordu ve ben, bu yolda en çok ta yardan mahrumdum. Kalbimi bir mahrumiyetler sarmalında parçalamıştım. Aşk; bakarken görememeye, duyarken anlayamamaya mahkûm edilmekti. Mahkûmiyetlerin en kötüsü olan, kalp gözünün kapanmasına da böyle düşmüştüm. Yara uçamayan kanatlarım beni hicrandan da uçuramıyordu ve kurtulmakla ilgili umutlarım aşka saplandığım an yokluğa kurban gitmişti. En nihayetinde içinde bulunduğum hicran ile öyle bir ana sekmiştim ki; yârin yolunda, yârin kendisinden başka her şeyimi kurban ettiğimi görebiliyordum. Çelişkilerimin bitişi ve her biten çelişkinin sonsuz kurban edişi doğurmasının sebebi buydu. Tüm sebeplerimin ve her sonucumun tek bir nihai sonu işaret ettiğini o zamanlar anlamamıştım.
Aşk; öyle masum bir heyecan ve kalp çırpınması değildi yalnızca, kâinatın var edilme sebebine talip olmaktı. Yalnızlığın içinden geçip, her türlü karanlığın en derinindeki hicrana maruz kalarak anlamıştım aşkın ne olduğunu. Aslında; aşk bana, vuslattan başka her şeydi. Yine de ben, sebeplerime sonuç olan yârimin hiçbir cümlesinde bir harf dahi olamamıştım. Tüm anlamları anlamlandıran olmak iken niyetim, yalnızca hiçliğin temsili olabiliyordum. Çığlıklarımın sessizliğe dönüşmesi de bundandı. Ruhumun vurulduğu zincirler kederime dönüşmüş ve ben, her yeni kederde direncimi daha da yitirmiştim. Sonsuz boşluğa savruluşum ve bir bakışta talan oluşum da işte böyle olmuştu. Anlıyordum ki; insan, kendi içinde savrulup gittiğinde onu hiçbir insani irade toparlayamıyordu, hatta yârin bizzat kendisi gelse, aşığına dair bir emareye rastlanmıyordu. Kendi yârime yabancılaşmamın sebebi de buydu.
Ruhuma mecal üfleyecek olan yârin, beni, bıraktığı yerde bulamaması ise son kez ve ebediyen sarsılmama sebep olmuştu. Bir âşık, kendi kalbindeki sarsıntıların altında yok olsa da, kendinden başka hiçbir kalbe zerre kadar bir titreme veremeyendi. Aşk, beni en çok ta böyle vurmuştu. Vuruluşumun hüznü ile sığındığım dostların, kalbime merhem olamayışları da bundandı üstelik. Yâre meftunluğumu öyle bir bedel ile ödüyordum ki; bu bedel bana en çok ta kendimi özletiyordu. Kendimden kopuşumu kabullenişim, kendimi özlediğimi anlamaya başladığımda olmuştu. Hiçbir ayna beni yansıtmıyor ve hiçbir kalp benden bir parça taşımıyordu. Önce yâre sonra da Can’a feda ettiğim kalbimden geriye ben bile kalmamıştım. Artık meçhuldeydim. Tanımsızlığa mahkûm olmuştum. Hicranımın tarifi olmadığı gibi, kâinatta kimi ruhumdan bir parça bilsem, bizzat onun elleriyle bin parçaya bölünmüştüm. Her bir parçamın bin kez daha yok olacağından o zamanlar habersizdim.
Hakikat yolculuğunu tamamına erdirememiş bir divaneydim artık. Fark etmiştim ki; yâre giden yol, yar ile birlikte yürünürse tamamına erdirilebiliyordu ve ben, bu yolda en çok ta yardan mahrumdum. Kalbimi bir mahrumiyetler sarmalında parçalamıştım. Aşk; bakarken görememeye, duyarken anlayamamaya mahkûm edilmekti. Mahkûmiyetlerin en kötüsü olan, kalp gözünün kapanmasına da böyle düşmüştüm. Yara uçamayan kanatlarım beni hicrandan da uçuramıyordu ve kurtulmakla ilgili umutlarım aşka saplandığım an yokluğa kurban gitmişti. En nihayetinde içinde bulunduğum hicran ile öyle bir ana sekmiştim ki; yârin yolunda, yârin kendisinden başka her şeyimi kurban ettiğimi görebiliyordum. Çelişkilerimin bitişi ve her biten çelişkinin sonsuz kurban edişi doğurmasının sebebi buydu. Tüm sebeplerimin ve her sonucumun tek bir nihai sonu işaret ettiğini o zamanlar anlamamıştım.
Aşk; öyle masum bir heyecan ve kalp çırpınması değildi yalnızca, kâinatın var edilme sebebine talip olmaktı. Yalnızlığın içinden geçip, her türlü karanlığın en derinindeki hicrana maruz kalarak anlamıştım aşkın ne olduğunu. Aslında; aşk bana, vuslattan başka her şeydi. Yine de ben, sebeplerime sonuç olan yârimin hiçbir cümlesinde bir harf dahi olamamıştım. Tüm anlamları anlamlandıran olmak iken niyetim, yalnızca hiçliğin temsili olabiliyordum. Çığlıklarımın sessizliğe dönüşmesi de bundandı. Ruhumun vurulduğu zincirler kederime dönüşmüş ve ben, her yeni kederde direncimi daha da yitirmiştim. Sonsuz boşluğa savruluşum ve bir bakışta talan oluşum da işte böyle olmuştu. Anlıyordum ki; insan, kendi içinde savrulup gittiğinde onu hiçbir insani irade toparlayamıyordu, hatta yârin bizzat kendisi gelse, aşığına dair bir emareye rastlanmıyordu. Kendi yârime yabancılaşmamın sebebi de buydu.
Ruhuma mecal üfleyecek olan yârin, beni, bıraktığı yerde bulamaması ise son kez ve ebediyen sarsılmama sebep olmuştu. Bir âşık, kendi kalbindeki sarsıntıların altında yok olsa da, kendinden başka hiçbir kalbe zerre kadar bir titreme veremeyendi. Aşk, beni en çok ta böyle vurmuştu. Vuruluşumun hüznü ile sığındığım dostların, kalbime merhem olamayışları da bundandı üstelik. Yâre meftunluğumu öyle bir bedel ile ödüyordum ki; bu bedel bana en çok ta kendimi özletiyordu. Kendimden kopuşumu kabullenişim, kendimi özlediğimi anlamaya başladığımda olmuştu. Hiçbir ayna beni yansıtmıyor ve hiçbir kalp benden bir parça taşımıyordu. Önce yâre sonra da Can’a feda ettiğim kalbimden geriye ben bile kalmamıştım. Artık meçhuldeydim. Tanımsızlığa mahkûm olmuştum. Hicranımın tarifi olmadığı gibi, kâinatta kimi ruhumdan bir parça bilsem, bizzat onun elleriyle bin parçaya bölünmüştüm. Her bir parçamın bin kez daha yok olacağından o zamanlar habersizdim.