UNUTUŞ....
Hiçbir gecem sabaha varmıyordu ve ben, gündüzlere hasret bırakılıp aydınlığın atmosferinden uzaklaştırılmıştım. Ne garip ki, aşka gönüllü girdiğim bu yolda bulduklarım mahkûmiyetlerimden başkası değildi. Üstelik yârin kendisinden daha çok anlayışsızlığına mahkûmdum. Kalbime salık verilen her bilgi, bitkin benliğimin daha da umutsuzluk içine hapsolmasını sağlıyordu. Umutsuzluğun sinsice sızan bir zehir olduğunu o zaman anlamıştım. Kalbim parçalarına ayrılmış, yıllarca en koyu karanlıklardan koruduğum dünyam çoktan başıma yıkılmıştı. Yine de sessizdim. Sessizliğim çaresizlikten değil, varlığın sınırlarından taşan bir mucizeyi bekleyişimdendi. Dikkatim yarda gönlüm ise hardaydı. Kendi içimde kaybolmuştum. Bir kâbuslar yumağının ortasına düştüğümü çok sonra anlayacaktım ve bir kez daha tecrübe edecektim ki; aşk, hainliklerin ardı ardına dizildiği bir sarmaldı.
Yanlış tanımlarımın kalbimdeki ateşi artıracağını öğrenişim de böyle olmuştu. Âşıklığımdan önce insandım ve sınırlı bir varlıktım. Tahammülümün de bir sınırı vardı ve ben, o sınırı bulabilirsem kalbim ateşler içinde yanmaktan kurtulacaktı. Uğrunda her şeyimi feda potasında erittiğim yârimin sınırlarımı silip attığını bilmiyordum ve fark ediyordum ki; benim tek tahammülsüzlüğüm yarsız oluşumaydı. Yarsız bir dünyaya tenezzül etmiyor, içinde yârin olmadığı hayallere düşman kesiliyordum. Gün gelip kendi hayallerimde silikleşeceğimin o zamanlar farkında değildim. Kelimelere şekil vermenin kelimeler tarafından şekillendirilmekten daha iyi olduğunu bilmiyordum; ama aşkın hicranının arkasında yatan keder ve karanlığın kelimelerin büyüsünü de kurutacağının farkındaydım. Kuruyan kelimelerin arasında en çok ismimi unuttuğum için üzgündüm. Ben, hicranın bir aşığa neler yapacağının göstergesi, olmadığı iddia edilen kara sevdanın varlık kanıtıydım. Yokluk ile aşık atışım da böyle başlamıştı.
Sakinliklerim karmaşaya, karmaşalarım girdaba dönüşmüştü. Anlıyordum ki; bir aşk bir gönle girince hiçbir şey yerli yerinde durmuyordu. Dönüşümlerimden şikâyet edişimin yok oluşlara gebe olacağını da sonradan anlayacaktım. İçine itildiğim yalnızlığın da karanlık bahtımın da ve dahi kalbimin kor ateşlerde yanışının da sebebinin, gönlümün kapılarını yâre, kayıtsız şartsız, açışım olduğunu biliyordum. Kaderim, en güvenilenin en hain çıkması olmuştu da ben, ne güvensizliği yâre yakıştırabiliyordum ne de hainliğin hesabını sorabiliyordum. Sınırlarımı silip atan yârimin kalbimi de parçalayıp atacağı günü bekliyordum. Parçalasa kurtulacaktım, biliyordum, ama parçalamıyordu ve ben, bir başka derin kuyuya yuvarlanıveriyordum. Tüm çıkış noktalarımın yok edilip sonsuz bir hicrana mahkûm edilişim böyle olmuştu.
Belliydi ki; aşk, sızdığı her kalbi kendine dönüştürüyordu ve direnmenin de vazgeçme çabalarının da bir faydası yoktu. Benim kendisine dönüştüğüm kalp yârin kalbiydi. İstekle dönüşmeme rağmen mahkûmiyete maruz kalışımın zihnimde açıklamasını bulamıyordum. Adım hainlikle anılmıyordu ki cezam evla olaydı. Reva görülen haksızlığın kalbime neler yaptığını sonradan anlayacaktım. Öyle bir çizgiye getirmişti ki aşk beni; kendi ismim zihnimde yankılanmıyor ve ben, yârin hicranından başka her şeyi unutuyordum. Unutuşlarımın ruhum ile benliğimi ayrıştırdığının farkında değildim. İçinde kaybolduğum her karanlık girdabın yok edercesine hırpaladığı ruhum, benliğime tutunmaktan vazgeçiyordu. Yine de, kendime dair her vazgeçişe rağmen, yâre dair bir zafiyet göstermiyordum zafiyet göstermeyişimin beni sonu gelmez zafiyetlere sürükleyişi de böyle olmuştu.
Yanlış tanımlarımın kalbimdeki ateşi artıracağını öğrenişim de böyle olmuştu. Âşıklığımdan önce insandım ve sınırlı bir varlıktım. Tahammülümün de bir sınırı vardı ve ben, o sınırı bulabilirsem kalbim ateşler içinde yanmaktan kurtulacaktı. Uğrunda her şeyimi feda potasında erittiğim yârimin sınırlarımı silip attığını bilmiyordum ve fark ediyordum ki; benim tek tahammülsüzlüğüm yarsız oluşumaydı. Yarsız bir dünyaya tenezzül etmiyor, içinde yârin olmadığı hayallere düşman kesiliyordum. Gün gelip kendi hayallerimde silikleşeceğimin o zamanlar farkında değildim. Kelimelere şekil vermenin kelimeler tarafından şekillendirilmekten daha iyi olduğunu bilmiyordum; ama aşkın hicranının arkasında yatan keder ve karanlığın kelimelerin büyüsünü de kurutacağının farkındaydım. Kuruyan kelimelerin arasında en çok ismimi unuttuğum için üzgündüm. Ben, hicranın bir aşığa neler yapacağının göstergesi, olmadığı iddia edilen kara sevdanın varlık kanıtıydım. Yokluk ile aşık atışım da böyle başlamıştı.
Sakinliklerim karmaşaya, karmaşalarım girdaba dönüşmüştü. Anlıyordum ki; bir aşk bir gönle girince hiçbir şey yerli yerinde durmuyordu. Dönüşümlerimden şikâyet edişimin yok oluşlara gebe olacağını da sonradan anlayacaktım. İçine itildiğim yalnızlığın da karanlık bahtımın da ve dahi kalbimin kor ateşlerde yanışının da sebebinin, gönlümün kapılarını yâre, kayıtsız şartsız, açışım olduğunu biliyordum. Kaderim, en güvenilenin en hain çıkması olmuştu da ben, ne güvensizliği yâre yakıştırabiliyordum ne de hainliğin hesabını sorabiliyordum. Sınırlarımı silip atan yârimin kalbimi de parçalayıp atacağı günü bekliyordum. Parçalasa kurtulacaktım, biliyordum, ama parçalamıyordu ve ben, bir başka derin kuyuya yuvarlanıveriyordum. Tüm çıkış noktalarımın yok edilip sonsuz bir hicrana mahkûm edilişim böyle olmuştu.
Belliydi ki; aşk, sızdığı her kalbi kendine dönüştürüyordu ve direnmenin de vazgeçme çabalarının da bir faydası yoktu. Benim kendisine dönüştüğüm kalp yârin kalbiydi. İstekle dönüşmeme rağmen mahkûmiyete maruz kalışımın zihnimde açıklamasını bulamıyordum. Adım hainlikle anılmıyordu ki cezam evla olaydı. Reva görülen haksızlığın kalbime neler yaptığını sonradan anlayacaktım. Öyle bir çizgiye getirmişti ki aşk beni; kendi ismim zihnimde yankılanmıyor ve ben, yârin hicranından başka her şeyi unutuyordum. Unutuşlarımın ruhum ile benliğimi ayrıştırdığının farkında değildim. İçinde kaybolduğum her karanlık girdabın yok edercesine hırpaladığı ruhum, benliğime tutunmaktan vazgeçiyordu. Yine de, kendime dair her vazgeçişe rağmen, yâre dair bir zafiyet göstermiyordum zafiyet göstermeyişimin beni sonu gelmez zafiyetlere sürükleyişi de böyle olmuştu.