RÜYAMDA CANANIM...



Hiçbir koşula bağlı olmayan aşk, her koşulumun formülünü alt üst ediyordu. Her kızgınlığım dağılıyor, kırgınlıklarım yerini ışık huzmelerine bırakıyordu. Nedenini sorgulamadıkça sırrına eriyordum sanki aşkın. Çünkü sorulan hiçbir nedenin cevabı yoktu. Hicran; öldürüyordu, solduruyordu, bitiriyordu da yârin bir tek soluğu can veriyordu ruhuma. Bir haber geliyordu, bir ses ruhuma hükmedercesine benliğimi sarmalıyordu ve kâinat şenleniveriyordu birden bire. Tükenmiş umutların can damarına bir kez daha kan pompalanıyordu. O, kalbimi ellerinde tutan; dilediğinde kalbime can vermeyi de biliyordu. Kalbimde bir can olan rüyamda cananım oluyordu. Aklımın direnişlerini bitiriyor, mantığımı söküp pare pare ediyordu. Kelimelerimin sırası bozuluyor, cümlelerimin ahengi derbeder bir hal alıyordu. Gönlümün derbederliği ise aşkıyla şatafata bürünüyordu.

Yine de benim derbederlikten şikâyetim olmadığı gibi hiçbir şatafat ta gözümde değildi. Gözlediğim yollardan hiç geçmesen de gözlememeyi ihtimal dâhilinde dahi görmüyordum. Aşk’a dair kurduğum cümleleri kimsecikler anlamıyor ve ben aşk ile derinleştikçe yalnızlaşıyordum. Yalnızlığımı çevreleyen zincir aşktı. Kırıp geçmeyi planlamak bir kenara, istesem de kurtulamayacağımı anlayalı çok olmuştu. Sanki bu aşk makamına yükselene kadar ki savruk yaşamım aşkın zincirleri ile toparlanıvermişti; ama yine de aşkımın yalnızlığına mahkûmdum. Mahkûmiyet hicran ile alevleniyordu. Anlıyordum ki hicrandan daha büyük acı yoktu.

Yazılan destanlara isimler koyamayışın, tanım bulamayışından ya da tanıma sığdıramayışındandı, biliyordum. Veya öyle olmasını istiyordum. Ben nasıl tanımlandıramıyorsam, sen de tanımlandırama istiyordum. Bir kez tanıma düşünce bin kez parçalanacağımızı bilerek tanımdan kaçıyordum. Sen akıldın ben gönül. Sen aşktın ben hiçlik. Dahası sen bendin ben de sen. Daha ötesine gerek yoktu aşkta; ama insan işte yetinmeyi bilmediği gibi bildiklerini de ihlal ediyordu. Aşk; her ihlalin açıklamasıydı.

Açıklanamaz her şey ile bağlıydım aşka. Varlığını açıklayamadığım aşkın, yokluğunun acısını ise hiç tasavvur edemiyordum. Bağlılıkların beyhude olduğunu söyleyen insanlara şaşıyordum; çünkü aşkı açıklamak için ille de bir kavram kullanılacaksa aidiyet daha iyi değil miydi? Bağlı olmak, bağımlı olmak değildi durumum. Ait olmaktı. Parçası olmak ve parçam olmasıydı. Her zaman eksik bir parçam olduğunu hissedişim de onsuz olduğum anlardı. Bulunca anlamıştım. “İşte! Eksik parça”mdı.

Yine de bulmanın vuslat olmadığını, aslında hicranın başlangıcı olduğunu çok sonra anladım. Vuslat hayalim bile hicrana gebeydi. Her kapıda aşk olduğu gibi her kapıda hicran da vardı. Aşk ile hicranın ayrılmaz bir bütün olduğunu, belki de aynı annenin çocukları olduklarını o zaman anladım. Boşlukta kanat çırpıp hiç yol almıyor gibiydim. Zaten gidilecek yön ile ilgili bir fikrim de yoktu. Ben kanat çırpıyordum ve hicranın bitmesini umarak bekliyordum. Bitmiyordu. Bitse kanat çırpmayacaktım. Kanat çırpmasam bitecekti; ama bitmiyordu, ben kanat çırpıyordum.

Popüler Yayınlar