KAN...

Hiçbir cevabın hiçbir suale denk gelmediği bir dünyadaydım. Dilini bilmediğim bir yalnızlığa mahkûm edilmiş ve sessizliğimin en ücra köşelerinde katledilmiştim. Vazgeçtiğim hiçbir değer ve göze aldığım hiçbir kâbus beni vuslata erdirmemişti. O zaman anlamıştım ki; asıl göze alınması gereken vuslata hiç erememek olmalıydı. Yârin hüküm sürdüğü yarsız bir dünyanın karanlığına gizlenmiştim. Gizlenişlerimin beni koruyamayacağını, çilemin henüz bitmediğini çok sonra anlayabilecektim ve görecektim ki; anladıkça yardan uzaklaşıyordum. Oysa ondan uzaklaşmamı başlatan o ilk sebebi dahi hatırlamıyordum. Hatırlayamadığım sebeplere kurban gidiyordu aşkım ve artık yalnızca yârin bakışlarına tutunabiliyordum. Direncimin bir göz kırpması kadar anlık olabileceğini de hiç hesaplamamıştım. Yârin bakışlarını kaybedişim de böyle olmuştu.

Bir acılar dehlizine mahkûm edilişimin son çilem olmayışı ile yüzleşiyordum. Kendini yâre anlatamayan âşıkların titreyişiyle titriyordu kalbim ve ben, kelimelerdeki sahipsizliğin efendisiydim. Aşkın söylenebilecek her kelimeye bedel olduğunu ve hatta sessizliğin dahi aşkın tarifi olabileceğini o zamanlar bilmezdim. Cesaretimden vazgeçişim de böyle olmuştu. İnandığını söylemekten çekinmeyen ben, aşka inanmaktan korkmuştum ve yolculuğumun en ağır bedelini bu korku yüzünden ödeyecektim. Anlamıştım ki; aşkta titrek bir kalbe yer yoktu. Üstelik kalbi titreyenlerin aşka niyetlenmeleri kadar büyük bir gaflet de yoktu. Kalbimi titremelere kurban gitmeden önce söküp, yârin ellerine bırakışım bu yüzdendi. Yine de bir hoyratlık ile parçalarına ayrılacağından da habersizdim. Kalbimin parçalanışının ruhumu karanlık kuyulara atması da böyle olmuştu ve her karanlık kuyu kalbimi yeniden parçalıyordu.

Kâinatta kanayan her yaranın sebebi de bendim; zira kâinat aşktı ve ben, her zerremi aşkın hükmüne bırakmıştım. Kalbimin kanatılmasından çok yârin kalbine zeval gelmemesiydi derdim. Hakkımda verilen hükümlerin, verdiğim hükümlere hiç benzememesiyle kalbim son kez kanıyordu. Kalbimden akan kandamlacıklarının kâinatı tarumar edeceğinden ve yalnızca bir kez daha görebilmek için hayaller kurduğum yârin bakışlarını ebediyen kaybedeceğimden o zamanlar habersizdim. Ben; okuyanın gözünde bir acı serüvendim; ama kendime ateştim ve kendi ateşimi kendi kanımla söndürme gayretindeydim. Aşka karşı her uğraşın boşa çıkması gibi bunun da boşa çıkacağını biliyordum. Anlıyordum ki; aşka hakiki manada erebilmek için, lâfzen değil fiilen, her şeyini feda edebilmek gerekiyordu. Her şeye razı olarak girdiğim bu yolda. Çoktan her şeyimi kaybetmiştim de; aşk, dahasını da istiyordu.

Kanımın zifiri bir renk alışı işte böyle başlamıştı. Her mefhumumu parçalayan yârim, ben dehlizlere yuvarlanırken ve ayrılığın kederini kendi yalnızlığımda çekerken, yokluğunda kanımın bile karalar bağladığının farkında değildi. Hiçbir farkındalık ta benim farkımda değildi ve ben, anlıyordum ki; kimi dost diye umsam ya bir tereddüde kurban edilecektim ya da en acımasızlığına bir hainliğin. Yalnızlığıma direnmekten vazgeçişim de böyle olmuştu. Sonsuz bir döngünün sonlu misafiri olmuştum. Aşka benzediğim ve aşk olduğum gibi, kendi kendimin sonu da oluyordum. Aşkın sonu yoktu, doğruydu; ama yazık ki âşıkların sonu vardı ve bir aşk, aşığı olmadan neye yarardı? Yârin gözünde değerli olabileceğini düşündüğüm son şeyimi kaybedişim de böyle olmuştu. Bazı kaybedişlerin yok oluşlardan daha kötü olacağını o zamanlar bilmiyordum.

Popüler Yayınlar