KALP...
Kaderime keder işlenmişti. Sığınmak için girdiğim her limanda yağmalanmış ve kimsesizliğe mahkûm edilmiştim. Dilim sükût etmeden çok önce kalbim sükûta ermişti ve ben, sessizliğimi kimselerin dünyasına sokmuyordum. Hafakanlar başımda dönüp duruyor, kalbim kendine yaptığı vefasızlığın bedelini ödüyordu. Bekliyordum, yâre gider diye açtığım kapıların her bir tanesinden, karşıma kalbim çıkar mıydı, bilmiyordum. Yalanda talan olmuştum ve kendimi dipsiz dehlizlerin en ücra köşelerinde katletmiştim. Aşkın, sonsuz bir dağılmanın en tanımsız hali olduğunu artık anlamıştım. İrademden geriye ne direncim kalmıştı ne de gözlerimin aydınlığından bahsedilebilirdi. Üstelik bahtım bana düşmandı ve ben, en büyük hainliklere maruz kalsam da ne yardan vazgeçebilecek biriydim ne de gözü aşk yolculuğunda yarım kalmaktan başka bir şeyden korkandım. Kalbimi yakan ateşin ruhum olduğunu ve kalbimin yârin elinde değil de aşkı talep ettiği anda paramparça olduğunu o zamanlar bilmiyordum.
Vuslat beklentilerim kırgınlıklarıma kurban gitmişti. Anlamıştım ki¸aşk bir kez kırınca sonsuz kırgınlığı da beraberinde getiriyordu ve ben, sonsuz kırgınlığı ruhumun sonsuzluğu ile kucaklıyordum. Yâri anımsatan her parçayı sarmalayışım gibi kırgınlıklarımı da sarmalıyordum. İçimdeki acıların sonsuzluğa ermesi de böyle başlamıştı. Hüzün makamı çatlamış ve gönlümün en girilmez kaleleri tarumar olmuştu. Ne kendimi tanıyabiliyordum ne de dünyamı emanet ettiğim yârimi. Hesapsız güven duygum önlenemez yok oluşumun nedeni olmuştu. Âşıkların çoğu bilmiyordu, aşkın önlenemezliği kadar aşk yolculuğunun sonundaki yok oluş da önlenemezdi ve ben, en karanlık gecelerin kalbime üflediği umutsuzluk ile kendi yok oluşuma direnememiştim. Dirençsizliğimin bedelini yalnızlığım ile ödüyor ve çare bulma hevesi ile yanaştığım her aydınlığın gölgesinde boğuluyordum.
Sinemin parçalanışı ile kelimelerimin parçalanışı aynı anda olmuştu. Susuyor olmanın yok olmaya ilk adım olduğunu böyle anlamıştım. Yokluğun bir son olmadığını ve âşıkların kendi benliklerini, aşklarının içinde eriterek yok etmeleri gerektiğini o zamanlar bilmiyordum. Kurguladığım her gerçekliğin yalanında yok oluyordum. Kalbimdeki kederin kaderime işleyişi öyle bir hal almıştı ki; her kime açmak istesem o kalbin kapılarını, ya ateşime ateş ekleniyordu ya da bir günahsızı ateşe veriyordum. Kendimi bir Can’dan ve her candan ebediyen çekişim de böyle olmuştu. Ebedi çekilişimin dipsiz yalnızlığıma da ebedilik getireceğini ve aslında beni sonsuz sessizliğe mahkûm edenin candan çekilmek olduğunu o zamanlar anlamamıştım. Aşk hakikatindeki yerim böyle son buluyor ve ben, kendi kalbini kendi elleri ile tarumar edecek olan kişilere emanet eden olarak anılıyordum. Kalbimden son haber alışım da böyle olmuştu.
Bulamadığım vuslatın yolunda heder olan ve aşka niyetlenip bu yola girdiğinden beri hicrandan başka bir şey yudumlayamayandım ben. Her şeyimi feda edip hiçbir şey talep etmeyerek kendi yangınıma sebep olmuştum. Artık anlıyordum ki; hakiki aşk, yalnızca safiyetini koruyan gönüllerde barınabilirdi. Her şeyi feda edip hiç bir şey talep etmemenin ve kendi yangınım ile kendimi yakıyor olmanın safiyete işaret ettiğini ise o zamanlar anlamamıştım. Âşıkların dillerinden dökülen kelimelerin arkasında bambaşka dünyaları işaret eden anlamlar vardı, biliyordum; ama ben, ne yârin başka anlamlarını dolduracak güçteydim artık ne de Can’ın titremesine deva olabilecek. Tüm dünyalara sırtımı dönüşüm de böyle olmuştu. Kalbimin parçalarının sırtımı döndüğüm dünyalarda kaldığının ve sonsuz kalpsizliğe mahkûmiyetimin de başlangıcına sebep olduğumun farkında değildim. Bir bakış uğruna girdiğim bu yolda ne bir bakış ile gönlüm şenlenebilmişti ne de aşk vuslata ermişti. Kâinattaki her bakışa ama oluşum da böyle olmuştu.
Vuslat beklentilerim kırgınlıklarıma kurban gitmişti. Anlamıştım ki¸aşk bir kez kırınca sonsuz kırgınlığı da beraberinde getiriyordu ve ben, sonsuz kırgınlığı ruhumun sonsuzluğu ile kucaklıyordum. Yâri anımsatan her parçayı sarmalayışım gibi kırgınlıklarımı da sarmalıyordum. İçimdeki acıların sonsuzluğa ermesi de böyle başlamıştı. Hüzün makamı çatlamış ve gönlümün en girilmez kaleleri tarumar olmuştu. Ne kendimi tanıyabiliyordum ne de dünyamı emanet ettiğim yârimi. Hesapsız güven duygum önlenemez yok oluşumun nedeni olmuştu. Âşıkların çoğu bilmiyordu, aşkın önlenemezliği kadar aşk yolculuğunun sonundaki yok oluş da önlenemezdi ve ben, en karanlık gecelerin kalbime üflediği umutsuzluk ile kendi yok oluşuma direnememiştim. Dirençsizliğimin bedelini yalnızlığım ile ödüyor ve çare bulma hevesi ile yanaştığım her aydınlığın gölgesinde boğuluyordum.
Sinemin parçalanışı ile kelimelerimin parçalanışı aynı anda olmuştu. Susuyor olmanın yok olmaya ilk adım olduğunu böyle anlamıştım. Yokluğun bir son olmadığını ve âşıkların kendi benliklerini, aşklarının içinde eriterek yok etmeleri gerektiğini o zamanlar bilmiyordum. Kurguladığım her gerçekliğin yalanında yok oluyordum. Kalbimdeki kederin kaderime işleyişi öyle bir hal almıştı ki; her kime açmak istesem o kalbin kapılarını, ya ateşime ateş ekleniyordu ya da bir günahsızı ateşe veriyordum. Kendimi bir Can’dan ve her candan ebediyen çekişim de böyle olmuştu. Ebedi çekilişimin dipsiz yalnızlığıma da ebedilik getireceğini ve aslında beni sonsuz sessizliğe mahkûm edenin candan çekilmek olduğunu o zamanlar anlamamıştım. Aşk hakikatindeki yerim böyle son buluyor ve ben, kendi kalbini kendi elleri ile tarumar edecek olan kişilere emanet eden olarak anılıyordum. Kalbimden son haber alışım da böyle olmuştu.
Bulamadığım vuslatın yolunda heder olan ve aşka niyetlenip bu yola girdiğinden beri hicrandan başka bir şey yudumlayamayandım ben. Her şeyimi feda edip hiçbir şey talep etmeyerek kendi yangınıma sebep olmuştum. Artık anlıyordum ki; hakiki aşk, yalnızca safiyetini koruyan gönüllerde barınabilirdi. Her şeyi feda edip hiç bir şey talep etmemenin ve kendi yangınım ile kendimi yakıyor olmanın safiyete işaret ettiğini ise o zamanlar anlamamıştım. Âşıkların dillerinden dökülen kelimelerin arkasında bambaşka dünyaları işaret eden anlamlar vardı, biliyordum; ama ben, ne yârin başka anlamlarını dolduracak güçteydim artık ne de Can’ın titremesine deva olabilecek. Tüm dünyalara sırtımı dönüşüm de böyle olmuştu. Kalbimin parçalarının sırtımı döndüğüm dünyalarda kaldığının ve sonsuz kalpsizliğe mahkûmiyetimin de başlangıcına sebep olduğumun farkında değildim. Bir bakış uğruna girdiğim bu yolda ne bir bakış ile gönlüm şenlenebilmişti ne de aşk vuslata ermişti. Kâinattaki her bakışa ama oluşum da böyle olmuştu.