CAN’A HİCRAN..


Her yanımı saran aşkımın gidebileceğim her yönün yok olmasıyla ve dahi aşkın kendisine çıkmasıyla sarsılıyordu ruhum. Öyle çetrefilli bir çelişkideydim ki; her yer yardı; ama ben hiçbir yerdeydim. Yok oluşumun destanını sessizce yazıyordum, duyulur umuduyla haykırdığım serzenişlerimden çoktan vazgeçmiştim. Gözyaşı döke döke anlamıştım ki; aşk, bahtların en karası ve hicranların en deriniydi. İçinde boğulduğum dipsiz dehlizlerin toplamından bile daha dipsiz bir dehlizdi aşk ve ben, dilini bilmediğim bir ülkede dilsizliğe mahkûm edilerek o dipsiz dehlize terk edilmiştim. Yine de terk edilişimin sonucunu değil sebebini arıyordum. Bahtıma yazılan her harfin sebebi olan yârimi ise kendi içimden başka hiçbir yerde bulamıyordum. Kendi içimin, kendimden sökülüp alınması ve kendi içimdeki boşlukta boğulmaya başlamam da böyle olmuştu. Anlıyordum ki; hicrana düşen âşıkların en büyük kayıpları yar değil, kendileriydi.



Soğukların mevsiminde, gözyaşlarımın yağmurlara karışmasıyla kalbimin yangını söner sanıyordum. Gözyaşlarımın her yağmur tanesini birer alev topuna çevireceğinden habersiz ve yanmaz sandığım kalelerim yanarken de çaresizdim. Haline hüzün yakışanlar, bir de hüzne hicranın alevi dâhil olunca taşıyabilirler miydi, bilmiyordum. Haline hüzün yakışandım; ama ateşlerin arasında ateşten başka bir hali olmayandım. Kalbime süzülen yangınların yardan başka her şeyi yakıp yok edişi de böyle olmuştu. Nihai yok oluşuma varmadan önce benliğimi aşkta yok edişimin yâre giden yolları da yok edeceğini düşünmemiştim. Aşk, öyle bir hicrandı ki; yanan, yanmaya başladığını anlamıyor; yakan, yakışını anlamıyordu da yangın başlayınca kurtuluş bırakmıyordu. Kurtuluşumun kalmadığını anlayışım da böyle olmuştu. Vuslata dair olan umudum kalbimde bitince ümitsizliğin beni suskun kılışına engel olmamıştım. Biliyorum; nihai yok oluşum aslında nihai susuşum olacaktı.



Nihai susuşuma; kaderime kardeş, kederime sırdaş bildiğim bir Can sebep olmuştu. Bir Can, içimdeki bin canı öyle bir yakışla yakmıştı ki; dilimde kelimeler ölüvermişti. Yanılmıştım; ne kaderime kardeş bulabilmiştim ne de kederime sırdaş. Talihimin karalığı, bahtımın kırılganlığı Can’ı içimde bin parçaya bölmüştü; ama ne bir yere gittiği vardı içimden ne de gönlümdeki sevgisi eksiliyordu. O zaman anlamıştım ki; kaderime ebedi bir kırgınlık işleniyordu. Meğerse aşkın kırgınlığı Can’ın kırgınlığı da olunca daha bir çekilmezmiş. Tüm çekilmezliklere mahkûm edilen ruhum, bir kez de Can’ın dizleri dibinde katlediliyordu. Yine de son bir dua geçiyordu zihnimden. Can iyi olaydı da, razıydım en kuytularda yok olmaya. Kalbimde peyda olan razılığı son kez kullanışım da böyle olmuştu. Artık kalpsizliğim katmerlenmiş ve ben, yârin de Can’ın da tanımayacağı bir hal almıştım.



Donukluğun, ruh dünyamı sarmalayacak son his olduğunu artık anlıyordum. Kalbimin son kırıntılarını Can’a emanet edip yakılışını gözlerim ile izledikten sonra yaşadığım haksızlığın bedelini ödeyen de bendim. Kanatlarımı dertlerinin üzerine gerdiğim Can, tereddüde mahal vermeden kırıvermişti kanatlarımı ve ben, artık, hiçbir şeyin peşinden pervaz edemeyecektim. İnsan, yârin hicranı ile birlikte Can’ın hicranını da taşıyabilir miydi, bilmiyordum. Şimdi öyle bir haldeydim ki; bir hicranın ardında ne vardı, ilk kez bilesim yoktu. Anlamıştım ki; aşka dair tüm hevesim de Can’ın dizleri dibinde katledilip gitmişti ve insan, bazen yalnızca aşka olan hevesi ile var edebiliyordu kendini. Heveslerimi Can’a kurban verişim de böyle olmuştu. Gözlerime sinen buğuların en derininde ve en karanlığında kendime can ve kendime canandım artık. Susmaktan gayrı çaresi olmayandım.

Popüler Yayınlar