KARANLIK...

Ömrümce beklediğimin, ömrümü yerle bir edip geçeceğini bilmiyorum. Bilmediklerimden korkmadan sevmiştim de bildiklerim bir aşkın zerresi olmuyordu. Kendi masumiyetimi aşkın durmak sızın büyümesine kurban etmiştim. Uçsuz bucaksız hayallerim dipsiz kuyulara, ufkumu dolduran yârin varlığı imkânsızlıklara dönüşmüştü. Aşkın her şeyi değiştirdiğini anlamak bir yana, kavuruculuğunu, yok ediciliğini ve imkânsız ihtimallerle raks edişini yudumluyordum. Her yudum beni benden alıyordu ve ben her yudumda bir daha kendim olabilme ihtimalimden uzaklaşıyordum. Beni, benken değerli bulmayan yar; ben, bende değilken değer verir miydi, bilmiyordum. Âşıkların çektiği her türlü çileye rağmen, aşk diye inleyişlerinin kanıtıydım ben. Masumiyetini değil, hoyratlığını çekiyordum. Lezzetini değil, zehrini akıtıyordum içime. Biliyordum, yar; dipsiz kazanlarca zehir olsa içmekten geri durmazdım.

Kalbimin küçükken büyümesine, büyürken bir gölgeye dönüşmesine şahit oluyordum. Vardı, biliyorum; ama göremiyordum. İçime akan zehir bahtımı karartıyordu. Aşk bahtımdı. Bahtım aşktı; ama bahtım da aşkım da karanlık gecelerden daha karaydı. Karanlığın hükmüne girişim de böyle olmuştu. Öyle bir girişle girmiştim ki üstelik varlığının isminden daha kara oluşunu keşfetmiştim. İçine itildiğim her kuyu karanlıktı ve tutunmaya çalıştığım her dal aslında bir başka karanlık dünyanın kapısını aralıyordu. Her âşık gibi yalnızlığının karanlığa varmasıyla kederim taçlanıyordu. Karanlık, geldiğim son noktaydı; ama geldiğim bu son nokta sonsuz bir derinlikteydi. Gün gelip vuslata ereceğime ve karanlıklarımı aydınlıkların sarmalayacağına dair umutlarımın akıbetindense habersizdim. Habersizliğim kendimi umursamamaktan değil yalnızca aşkı umursamaktandı.

Kader çizgimin her kıvrımı aşkı anlatıyordu. Halimi anlatmaya yeltenen her kelime kifayetsizdi de benim, kelimelerin kifayetinde zaten gözüm yoktu. Dünyaya dair ne varsa hepsini reddedişimin kendi içimdeki dünyayı yerle bir edeceğinden de habersizdim. Karanlık bir çölde meçhule gidişimin sebebi bendim. Aşkın da bildiklerim gibi çıkacağını sanarak karanlıkların ardından aydınlıkların geleceğini ummuştum. Yanılmıştım. Yanılgılarımın bedelini yalnızca aşkın imkânsızlığı ile değil kendimden kopuşla da ödüyordum. Üstelik bu öyle bir bedeldi ki; hiçbir ödeyiş aşkın gerçek hakkını veremiyordu. En son, aşkın üzerinde olan kendi hakkımdan feragat ederek ödemeye kalkmıştım. Meğer yine yanılmışım. Âşıklar, aşk ülkesine girdiklerinde zaten onun olurlarmış ve ben, benim olmayanı sahibine vermeye kalkmışım. Karmaşıklığım girdabına düşüşüm de böyle olmuştu.

Tökezledikçe tökezliyor, bir girdaptan diğerine savruluyordum. Yönlerimi değiştiren yolcunun beni kurtarmasından gayrı çıkışım yoktu. Kurtulamıyordum. Terk edilmişliğin çaresizliğine saplandığımı sansam da içinde bulunduğum bu karanlık bataklığın dehşeti tarif edilemezdi. Önceleri çokluktaki yokluğu keşfetmiş ve içinde aşkı bulmuştum. Şimdi ise, yokluğun çokluğu ve sınırsızlığı ile boğuşuyordum. Ben yoktum; ama yar da yoktu. Yar yoksa hiçbir şey yoktu. Yine de aklım almıyordu, nasıl oluyordu da hiçbir şey yokken, bunca acı ve iliklerime kadar karanlık içindeydim? Karanlıklarımı aydınlatıyor sandığım ışığın kalbimi yakan cehennem alevlerinden geldiğini çok sonra anlayabilecektim ve fark edecektim ki; bunca kederim yârin bir tek bakışı ile bitebilir, çıkılmaz sandığım o kuyulardan beni çekip alabilirdi. Yazık ki; bu umutlarım da diğerleri gibi boşa çıkacaktı.

Popüler Yayınlar