ATEŞ...

Ateşten damlalara dönen gözyaşlarım içime akıyordu. Sessizliğim sınırsızlığına vuruyor ve ben, siyaha bulanan bakışlarımla karanlıkların en derininde yâri arıyordum. Her buldum sanışım ruhumu hırpalıyor, umutlarımın her kırılışı beni zebanilerin ellerine bırakıyordu. Kendimden kopuşumun sebebinin kendimden kaçışım olduğunu anlamıştım. Kaçıyordum; çünkü ben de aşk olmuştum ve ben de Yar’dım artık. Öyle bir kaçışla kaçmalıydım ki; gittiğim yerde ne aşk ne yar ne de ben olmalıydım. Varlık ülkesini terk edişimin ve kendimi yokluğa emanet edişimin sebebi buydu. Yok olmanın aşkın en büyük kalesi olduğunun o zamanlar farkında değildim. Meğerse kendimi, kendimden de kaçarak kollarına bıraktığım şey; kalbimi parçalarına ayıran, kâinatın her yerine halelerini salan ve bakışı ile ruhumu aydınlatan yardan başkası değilmiş. O bakışların, günün birinde en büyük işkencecilerim olacağının o zamanlar farkında değildim.

Yardan öncesi de yardı, sonrası da. Anlıyordum ki; bir kalp parçalanınca kâinatta ne varsa parçalarına ayrılıyordu. Akıl raydan çıkıyor, mantık kaçıp saklanıyordu. Her zerresi yârin eline verilen kalbim ise yardan gayrısıyla huzur bulmuyordu; ama benim bahtım ile yârin bahtının da kesişeceği yoktu. Bakışlarıma kan çökmesi de böyle olmuştu. Anlamıştım ki; yârin bahtı ile kesişmeyen bahtıma, bir bakış bile çok görülüyordu. Cehennem ateşlerine kurban edilişim de böyle olmuştu. Aşka bir kez kurban olmanın bin dirilişi bile hiçe sayacağını bilmiyordum. Tükenen umutlarım, hayallerimin cellâdı olmuştu ve kimsesizliğim, gözümü bile kırpmadan terk ettiğim varlık ülkesindeki her oluşun dilindeydi. Hicranın kederini solukluyordum ve ben, her solukta aslında yenilenir sandığım canımdan oluyordum. İsmimin yanına can ekleyip hitap eden dostlarımın duaları dahi vuslatıma kifayetsiz kalıyordu. En içli dualardan silinişim böyle olmuştu.

Şimdi, karanlığın orta yerinde acıları dahi yakan bir ateş parçasıydım; ama rengim kırmızıdan çok karaları andırıyordu ve ben, en çok ta kalbime saplanan zifiri bir hançere benziyordum. Yok olmuşluğu, yıkılmışlığa tercih edeceğimi o zamanlar bilmezdim. Tarifsizliğine kapıldığım aşkın; bana, kendimi bile tarif ettirmeyeceği gün gelmişti. Sadece kendini yakan ve yaktıkça kendiyle yeniden var olan bir ateştim. Cehennem tenimdeydi, tenimse ruhumu içine hapseden ateşten bir parmaklıktı. Cehennemin kalbimi kaynatacağından o zamanlar habersizdim. Kordan parçacıkların ruhuma hükmetmesi ve beni yardan başkası için bir ateşe çevirmesi de böyle olmuştu. Yanıcısı olarak şereflendiğim aşkın, yakıcısı olarak lanetleniyordum. Sönmeyecek olan bir yangın olduğumu da o zaman anlamıştım. Artık görebiliyordum; yangın, içimde değildi. Yangın, her yerde de değildi. Yangın, bendim ve en çok kendimi yakıyordum.

Sonsuz bir hüznün dipsiz bir cehennem çukurunda kurban edilişi de böyle olmuştu. Öyle bir çırpınış ile çırpınıyordum ki; bunca kurban edilişe şahit olmak yerine ebedi yok oluşu arıyordum. Âşıkların ölmediğini ve onlar için ebedi yok oluşun kader dâhilinde olmadığını çok sonra anlayabilecektim. Yine de nasıl oluyordu da; kâinatı bir tarafa yârin bakışlarını bir tarafa koyuyordum, anlamamıştım. Gün gelip hicranımın ve isyanınım o bakışlar uğruna şaha kalkacağından da habersizdim. Fark ediyordum ki; aşk, tüm kaybedişlerin harmanlanışıydı ve ben, kusurlu iradem ve sonlu yaşamım ile çok kaybedendim. Üstelik uğruna harmanlara kurban gittiğim yâri dahi kaybetmiştim. Gözyaşlarımın ateşten damlalara dönüşmesi de böyle olmuştu. Ateşlerin söneceğinden, geriye kuru bir isin kalacağından o zamanlar habersizdim.

Popüler Yayınlar